KAN AVCISI PİRANA
1913 yılında
Roosevelt Güney Amerika’ya yapmış olduğu seyahatte bahsettiği pirana için
“Dünya’nın en vahşi balığı” demiştir. Amazon Nehri’nin yan kollarında yaşayan
bu balıklar tatlı su hayvanlarıdır.
Yılın bol yağmurlu
mevsimlerinde, Amazon ile Orinoco’da su seviyesi 15 metre kadar yükseliyor ve
taşarak çevredeki toprakları su altında bırakıyor. Amazon kollarının olduğu And
dağlarında ki karlarda eriyince tropik ormanlar bile su altında kalıyor. Ağaç
tepelerine kadar yükselen su seviyesinde bölge halkı kanolar ile ulaşım
sağlıyor. Bu dönem pirana için bol yiyecek demek. Herhangi bir açlık yaşamayan
pirana saldırmıyor. Bunu bilen yerliler, endişe duymadan rahatlıkla suya girip
çıkıyorlar. Ancak kurak mevsimler geldiğinde işler tersine dönüyor. Yiyecek
kıtlığı ve stres, piranayı saldırganlaştırıyor. Suyun içinde hareket eden her
şey onu cezbediyor. Kuraklık döneminde yerliler nehrin yakınından bile
geçemiyorlar. Genellikle canlı insan ya da hayvanlara çok nadir saldırıyor.
Kanayan bir yara kışkırtıcı geliyor ve saldırı başlıyor. Ortaya çıkan kan
kokusuyla çevrede ki piranalarda harekete geçiyor.
Amazon nehrinde ki balçık
yüzünden görüş mesafesi 10 santimetreye düşüyor ve görüş bulanıklaşıyor. Pirana
için bu bir engel değildir. Yaklaşık 1/1.50 milyon oranında sulandırılmış kanın
kokusunu bile seçebiliyor. Ayrıca suyun altında düşük frekanstaki sesleri bile
algılıyor. Çırpınan yaralı balıkların oluşturdukları ses dalgaları sayesinde
avının konumunu belirliyor. Bir tür canavar gibi görünen pirana aslında
bölgesinin sağlık bekçisidir. Yaşamlarını yitiren vahşi hayvanları, leşleri
yemeseydi ciddi bir zehirlenme yaşanırdı. Çürümeye başlayan leşler nedeniyle
türeyen mikroorganizmalar, sıcak bölgede hastalıklara neden olacaktır. Hava
dolaşımıyla yayılan bulaşıcı hastalıklar bölgeyi yaşanılmaz bir hale sokardı. Eskiden
Kızılderililer nehrin taştığı dönemlerde ölülerini toprağa gömemiyordu. Bu
yüzden ölülerini piranaların yemesi için nehre atıyorlardı. Geriye kalan
iskeleti süsleyerek cenaze töreni düzenlenirdi.
Ekolojik sistemin önemli
bir parçası olan pirana yiyeceklerini yeme konusunda köpekbalığına benziyor.
Dişlerini avına geçirdikten sonra, hızlı kuyruk hareketleriyle vücudunu sağa
sola atıyor ve tüm gücüyle bir parça eti koparıyor. Ağzında bir süre
çevirdikten sonra yutuyor, ardından aynı
işlemi tekrar ediyor. Böylelikle büyüklüğü fark etmeksizin avıyla rahatça baş
edebiliyor. Yine de baş düşmanı Mata Mata adlı su kaplumbağasına karşı
savunmasızdır. Bol protein kaynağı ve lezzetli bir yiyecek olan piranaları
yerken öldüğünden iyice emin olmak gerekiyor. Ölmüş olsalar bile sinirsel
refleksleri nedeniyle kıpırdayan ağzıyla çevreden bir şeyler kapabiliyor.
Korkutucu dişleri ince bir deri tabakasıyla kaplı olduğu için sakin bir görünüm
veriyorlar. Deri kaldırıldığında ustura keskinliğinde ki üçgen dişleri ortaya
çıkıyor. Ağzını kapattığında dişleri fermuar gibi birbirine kilitleniyor. Güçlü
keskin dişleri bıçak, savaş aleti yapımlarında kullanılır.
Sürü halinde yaşayan
piranaların dişileri yumurtalarını su bitkilerine yapıştırır. Yavrular gelişip
çıkıncaya kadar erkekler başlarında bekler. Ailelerine düşkün olan piranalar
çok aç olduklarında aile üyelerini bile yiyebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder