PANOPTİKON YENİ MEDYA


PANOPTİKON YENİ MEDYA


Panoptikon kelime anlamı olarak her yeri gören demektir. 1785 yılında Jeremy Bentham’ın tasarladığı ve literatüre panoptikon (bütünü gözetlemek) olarak geçen hapishane tasarımı da doğrudan ve sistemli gözetimin koşullarını ve birey davranışlarının nasıl otokontrole alındığını net olarak sunmaktadır. Tasarıya göre halka şeklinde olan binanın tam ortasına bir gözetleme kulesi yerleştirilir. Mahkumların hücre pencereleri kuleyi görecek şekilde tasarlanmıştır. Bu sayede gözetleme kulesinde gardiyan olmasa bile psikolojik etki olarak mahkumlar hareketlerine daima dikkat eder.

Günümüzde, uyarlanmış şekilde örneklerini görebiliriz. Güvenlik kameraları, mobeseler, televizyon ve sanal ortam. Her an izlendiğini düşünen insanlar davranışlarının denetlemek durumunda kalır. Sokaklarda ki kameralar tepemize yerleştirilmiştir. Daima en yukarı da durur ve herkesi kayıt altına alır. Biliriz ki kameranın ardında bizi izleyen, hareketlerimizi kontrol eden birileri vardır. Yasa dışı bir eylem gerçekleşeceği zaman caydırıcı yönü kuvvetlidir.

Sosyal Medya platformuna baktığımızda, insan yaşamını bir profil üzerinden medya haline dönüştürmesidir. Sadece düşünceleri, beğenileri, araştırma ya da birikimlerin yansıdığı bir ortam değildir. Aynı zamanda kişinin kendisi bir içerik haline dönüşmektedir. Katılımcı kültür denilen olgu neticesiyle kullanıcılar aktivist eylemlerini paylaşabiliyor, küraktörlük kapsamında kendilerinden bir vitrin oluşturuyorlar. Yapılan tüm bu paylaşımlar oluşturulan algı kaçınılmaz şekilde başkaları görsün, tanısın diye varlar. Diğer kullanıcılarında görebileceği bu paylaşımlar elbette ki kişi üzerinde bir kontrol etkisi göstermektedir. Başkaları tarafından dışlanmamak için, beğenilme arzusuyla buna göre kimlikler, vitrin sunuluyor. Tüm bu saydıklarımız aslında 1785 yılında ortaya çıkan panoptikonun günümüz sosyal medyasının uyarlanmış halidir. Ücretsiz olarak faydalandığımız bu hizmetler karşılığında tüm mahremiyetimizi paylaşırken bize sunulan kalıpların içerisine giriyoruz. Sonuç olarak bu da bizlere tek tipleştirmeyi getiriyor. Kitleleri tek bir tür haline getirince kontrol etmesi, yönlendirmesi daha da kolaylaşır.
Televizyon günümüzde her evde bulunuyor hatta bazen birden fazla bile oluyor. Salonun tam ortasına konumlandırıyoruz diğer tüm eşyaların düzenini bile ona göre kuruyoruz. Hal böyle olunca televizyon artık içselleşmiş vazgeçilemez bir parça oluyor. İzlediğimiz her program bizi biz yapıyor. Cihazın içerisinden bize söylenen sözler, gösterilen semboller tam anlamıyla kişileri yönetecek güçte. Topluma yaşamaları gereken hayatı gösterir, düşünmeleri gereken sözleri iletir. Karşılığında vermiş olduğu haz neticesiyle kurmuş olduğu baskıyı soğuruyor.
Burada akıllara George Orwell’ın 1984’ü ve Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı geliyor. Orwell’a göre Büyük Birader’in her an izleme baskısı ve bunun getirisi olan korku ile yaşıyorlardı. Huxley ise insanların kontrol altındaki yaşamlardan zevk alacağını savunuyordu. Her iki yazarın öngörüleri doğru çıkmıştır. Her an gözetilerek baskı altındayız ancak bunu eğlence adı altında yaşadığımız için, gözetlenmekten haz alıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İMPARATOR PENGUEN KOLONİSİ YOK OLDU

KARANIN BÜYÜĞÜ HİPOPOTAM

YENİ KEŞFEDİLEN BEYAZ GÖZLER TÜRÜ